artık en ince çizgileri ve en hassas noktaları görüp sezebiliyoruz. Zira mademki bir insan Cenab-ı Hakk’ın hıfz ve himayesinde bulunmak nimetine mazhar olmuştur. Artık onun için korku, endişe, üzüntü, yılma, usanma vesaire gibi şeyler bahis mevzuu olamaz.

Allah’ın nuru ile nurlanan bir gönlün semasını hangi bulutlar kaplayabilir? Her an huzur-u İlahîde bulunmak bahtiyarlığına eren bir kulun ruhunu; hangi fâni emel ve arzular, hangi zavallı teveccüh ve iltifatlar ve hangi pespâye gaye ve ihtiraslar tatmin, teskin ve teselli edebilir?

Allah’tır onun yârı, mürebbisi, velisi

Andıkça bütün nur oluyor duygusu, hissi

Yükselmededir marifet iklimine her an

Bambaşka ufuklar açıyor ruhuna Kur’an

Kur’an ona yâd ettiriyor “Bezm-i Elest”i

Âşık, o tecellinin ezelden beri mesti.

İşte Bedîüzzaman, böyle hârikalar hârikası bir inayete mazhar olan mübarek bir şahsiyettir. Ve bunun içindir ki zindanlar ona bir gülistan olmuş; oradan ebediyetlerin nurlu ufuklarını görür. İdam sehpaları, birer vaaz ve irşad kürsüsüdür. Oradan insanlığa ulvi bir gaye uğrunda sabır ve sebat, metanet ve celadet dersleri verir. Hapishaneler birer Medrese-i Yusufiyeye inkılab eder. Oraya girerken bir profesörün üniversiteye ders vermek için girdiği gibi girer. Zira oradakiler, onun feyiz ve irşadına muhtaç olan talebeleridir. Her gün birkaç vatandaşın imanını kurtarmak ve canileri melek gibi bir insan haline getirmek, onun için dünyalara değişilmez bir saadettir.

Böyle bir yüksek iman ve ihlas şuuruna mâlik olan insan, hiç şüphesiz ki zaman ve mekân mefhumlarının fâniler üzerinde bıraktığı yaldızlı tesirleri kesif madde âleminde bırakarak; ruhu ile maneviyat âleminin pırıl pırıl nurlar saçan ufuklarına yükselmiş bir haldedir.

Büyük mutasavvıfların (ra) fena fillah, beka billah diye tarif ve tavsif buyurdukları yüksek mertebe, işte bu kudsî şerefe nâil olmaktır.