Bedîüzzaman: Asya’da âlem-i İslâm’da üç nur birbiri arkasında inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkışaa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek, ben de gelip burada medresemi yapacağım.

Rus polisi: Heyhat! Şaşarım senin ümidine.

Bedîüzzaman: Ben de şaşarım senin aklına! Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.

Rus polisi: İslâm parça parça olmuş?

Bedîüzzaman: Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâm’ın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır, İslâm’ın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâm’ın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim ediyorlar, ilâ âhir…

Yahu, şu asilzade evlat, şehadetnamelerini aldıktan sonra, her biri bir kıta başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyet’in bayrağını âfak-ı kemalâtta temevvüc ettirmekle, kader-i ezelînin nazarında feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilan edecektir.

***

Van’a muvasalat ettikten sonra, aşâiri (aşiretleri) dolaşarak içtimaî, medeni, ilmî derslerle onları irşada çalışmıştır. Bu hususta, sual-cevap halinde “Münazarat” isimli bir kitap neşretmiştir.

Bedîüzzaman’ın bir taraftan ehl-i siyasetle, diğer taraftan halk tabakası ve aşiretlerle muhaveresi, şüphesiz ki gayet merak-âverdir. Bütün bunlarda; bu zatın yegâne azim ve gayesinin İslâmiyet nurunun ve Kur’an hakikatlerinin dünyaya yayılması olduğu ve kendisinin de bir dellâl-ı Kur’an vazifesini bütün hayatında îfa ettiği görülmektedir.